top of page

Çayırbaşı’ndan Manisa’ya: Kültürel Metin Analizi

 

 

Özet:

            Bu çalışma Kemal Yurdakul Aren tarafından kaleme alınmış “Çaybaşı’ndan Manisa’ya” adlı eser örneği üzerinden yazılı kaynakların halk kültüründeki yeri ve önemini örneklendirmek amaçlanmıştır. Otobiyografik bir eser, resimli paylaşımlarıyla bir anı kitabı olan yapıtın içerik açısından ele alınışı dışında yakın Türk tarihine ait bireysel ve toplumsal örnekleri içermesi önemlidir. Bilince çıkan bireysel ve toplumsal bilinçdışı ögelerin, simgelerin bir toplayıcısı, bir kapsayıcı olarak özellikle bu anı kitabının okuyucuya sunduklarını açmak hedeflenmiştir. Bununla birlikte sevgili hocamın aziz hatırasına hürmet etmek ve teşekkürlerimi iletmek için bir vasıta bulmuş olmaktan dolayı hissettiğim gururu okuyucuyla paylaşmaktan mutluluk duyarım.

 

Anahtar Kelimeler: Otobiyografi, anı, edebiyat, halk çalışmaları, kültür, psikoloji, psikanaliz, Manisa, Kemal Yurdakul Aren

 

Giriş:

 

            Kıymetli hocam Kemal Yurdakul Aren’in aziz hatırasını anabilmek fırsatıyla uzun bir aradan, gecikmeden sonra edinip okumaya başladığım bu güzel kitabı takdimle başlamak doğru olacaktır. İlk basımı 2010 yılında Kubbealtı Neşriyat tarafından gerçekleştirilen bu kitapla yazarımız Kemal Yurdakul Aren’in çocukluk, gençlik ve yetişkinlik yıllarında yaşadığı olaylar, içinde yaşadığı mekanlar ve bu mekanlarla kurduğu duygusal bağlar üzerinden tanışırız. Okuyucu, 1950’li yıllardan başlayarak detaylarıyla çizilen Manisa’yı, Manisa insanını, şehrin kültürel birikimini, tarihi geçmişiyle yoğrulan günlük yaşayışını sükunetle keşfedecektir. 

           

            “Aziz okuyucum, malumunuz bu yazıların hedefi ben değilim, Manisa!” (Aren, 2022; sf 11) diyerek kitabının ilk sözleriyle ana amacının bir kültürel devamlılık sağlamak, kültüre saygıyı devam ettirmek, kültürün parçası olan her öğenin meşru ve saygın yerini işaretlemek olduğunu belirten yazarın Türk halk kültürünü ne denli önemsediğini, hayatını yaşayışının da tasdiki olan bu güzel eserden anlayabiliriz. Kitabın giriş kısmında eseri kaleme alma sebebini Manisa’yı hak ettiği şekilde anma, Türk tarihindeki ve kültüründeki yerini hatırlatma ve sanki bir nevi iade-i itibar sorumluluğunu yerine getirme olduğunu anlarız.

 

            Manisa’nın Türk-Osmanlı-Selçuklu tarihindeki yerini, Türk-İslam yaşantısını, tasavvufi inceliği ve anlamlarıyla şehrin, şehri yaşayışın, toplumsal ve bireysel hassasiyetin yazım dilinde de kendisini gösterdiğini fark ederiz. Yazarın okuyucuyu bir camekan arkasından şehri izlemekten azad edip, onu kanlı canlı bir hemşehrisi gibi kitabın içine, hatıralara davet ettiğini yazım şeklinden anlamak mümkündür. Kitabın bir konuşma üslubuyla ele alınmış olması, mekanların yakın bir dille tasviri, zaman zaman okuyucuyu direk olarak muhatap alan, okuyucuya direk sorular soran, okuyucudan af dileyen, temenni beklediğini dile getiren yazarın canlılığıyla vücut bulur. Hatıraların bu sohbet havası içinde ele alımı bir nevi kronosu bükerek okuyucunun varlığının 1950’lerin Manisası’na sanki Heidegger’in (1962) tabiriyle “fırlatılmasını” sağlar. Zamanın eğilip bükülmesini sağlayan bu üslubun okuyucunun varlığını basit düzlemsel bir geziyle hikayeye sokmaktan çok günün ilişkisel-anlam dünyasına, Manisa halkının arasına soktuğunu, farklı katmanlarıyla bilinçte ve bilinçdışında okuyucuyu an ve an bu yaşantıyı “yaşamaya” cesaretlendirdiğini söylemek edebi bir güzellemeden çok uzak, gerçekçi bir tahlil olacaktır.

 

            Kitaptaki betimlemelerin canlılığı dışında Türk-İslam geleneklerine uygun olarak yer alan temennilerin okunuşu, magazinsel bir metni okumaktan yahut turistik bir gezide herhangi bir kültürel metne uzaktan bakmaktan okuyucuyu kurtarır. Buna örnek olarak kitabın farklı sayfalarında yer alan canlı hitapların en belirginini, sayfa 11 deki şu cümleyle gösterebiliriz: “Gayret de tevfik de Allah’tan. Niyazım hak katında kabul olur inşallah!” (Aren, 2022; sf 11). Böylelikle bu eserin okuyucuyu bir “gözlemci-turist” statüsünden çıkarıp “katılımcı-halk” statüsüne hızla koyduğunu, Manisa’nın tarihsel ve kültürel önemini sadece göstermediğini, aynı zamanda yaşantılattığını da hissettirir. Bu yönüyle üslup, yazarın vefatından sonra da kültüre saygı ve icabet davetinin devamlılığını sağlayan çok canlı bir ses, daim bir varlık ışığı gibi hissettirmektedir. 

 

Kısacası okuyucu kitabın ilk sayfasından itibaren bir zamanların görgü tanığının gözüne, bedenine gönüllü bir şekilde yapışarak yüzyılların Manisa’sına tekrar ve tekrar fırlatılır. Bu var olma hali ayakları bugünün gerçekliğine değen okuyucunun bir başka zamanın, daim kültürün, başka bir gözün ve dimağın penceresinden de varlığını bölünmeden, suçlu hissetmeden, bir varlık-yokluk muhasebesine, kaygısına düşmeden yaşamasına imkan verir. Bu haliyle eser, Türk halk kültürünün bütünleyen, tamamlayan, arttıran yapısına, Mc Williams’ın (2011) Nevrotik insanı olarak tarihte ve kültürde gezinmeye çağıran önemli bir davettir.

 

Tamamı 182 sayfa olan, anlamlı bir bütünlüğü sağlamak için her ne kadar alt başlıklara ayrılmış olsa da, bu alt başlıkları sert bir şekilde birbirinden ayrılmayan, bolca resimli, incelikli ve kibar betimlemeleri kadar incelikli ve kibar fotoğrafların özenle kullanımıyla tam bir kültür kitabı adını yaşatan bu eseri yazarına, okuyucusuna ve bizi bu eserle tanıştıran Kubbealtı Neşriyata teşekkürle aşağıda daha detaylı inceleyeceğiz.

 

İnceleme:

 

            Şehrin Yapılanmasına Dair Detaylı Anlatım:

 

            Kitapta farklı başlıklarla bu  tarihi şehrin yerleşimine, evlere, caddelere, toplumsal hayatın merkezi olan sokaklara, o sokakların nev-i şahsına münhasır olmasını sağlayan, kent alametlerinin, nişanelerin her birine yazarımız hatıralarıyla birlikte yer vermiştir. Yazarımızın kaldığı ev, kasapların evi, mescit, hamamlar, Akhisar Hallkevi ana başlıklar halinde anlatılmıştır. Tüm kitap boyunca sevgili bir temasla Kırmızı Köprü’den, Dere Mahallesi’nden, Çınaraltı’ndaki toplanma yerinden, Dumanlı Dağın bir zamanlar eteğinde olup sonradan adı kalan değirmeninden, taş köprüden özenle bahsedilir.

 

            Resimlerle Avcı Kahvesi’nden, Yayla suyuna giden yoldan özenle bahsedilir. Öyle ki hatıralar arasında her mekanın fiziksel özellikleri, tarihi, bugüne özenle aktarılır. Buna verilebilecek bazı örnekler şunlar olabilir:

 

            “Ev çınarlardan biraz aşağıda, on beş yirmi metrelik bir girintinin ucunda, iki kanatlı demir bir kapıydı. .. Kapıdan girdiğinizde sol tarafta oldukça büyük bir hazire vardı. Aile kabristanıydı.” (Aren, 2022; sf 37)

            “Revak Sultan’a giden yolun üzerinde, taş köprünün çapraz karşısına geliyordu. Yıkık Hamam’a bitişikti. Küçük bir tahta minaresi vardı.” (Aren, 2022, sf 40)

 

            “Ama çocukluğumun tekkesi, Kasapların konak yavrusu evleriyle duvar bitişik Kabak Tekkesi’ydi. ..Hazinesi yan yatmış, yıkılmış, kırılmış mezar taşlarını otların örttüğü, derviş hücrelerinin ortadan kalktığı, semahanesinin ardiye olarak kullanıldığı biraz soğuk, biraz ürkütücü bir bina idi”. (Aren, 2022; sf 64).

 

            “İlkokul birinci sınıftayım. Benzinci Recep’in evinde oturuyoruz, yanıbaşımızdaki köşe bina da onun. Orada da Nadide Teyzeler oturuyor. İki evin arasında arka tarafta küçük bir kapı var.” (Aren, 2022; sf. 115)

 

            Örneklerde de görüldüğü üzere şehrin fiziksel yapısı detaylı olarak betimlenmiş. Mekanların büyüklüğü, küçüklüğü, eskiliği yeniliği, kullanılan malzemelerin içeriği,  yapıların geometrik yerleşimi veya detayları özenle verilmiştir. Tüm bu anlatılarla yaşanan, görsel kültürün artık başka şekillerde işlenerek de sözel bir malzemeye dönüştürülmesi önemli bir kazanımdır.

 

            Şehrin Doğal Kaynakları ve Tabiatı ile İlgili Detaylı Anlatım:

 

            Çaybaşı deresindeki çınarların hikayesi ve Manisa için önemini yazarımız farklı sayfalarda, farklı şekillerde ele alır. Bir zamanların “Avcı Kahvesi” ni, üçüncü değirmenin bir zamanlar olduğu yerdeki ihtiyar çınarı, resimler içinde Çaybaşı’nın hep çınarlar içinde buluruz. Yazarın gençliğinin yanında geçtiği ve çok sevdiği şelalesini, lise arkadaşlarıyla beraber oturup soluklandığı çay bahçelerini dolduran diğer ağaçları, Sultan Yaylası’na giden yolu resimleriyle beraber görür, yaşarız.

 

            “Yaz günleri ikindiden akşam ezanına kadar Çınaraltı, ihtiyarların ve çocukların toplanma mahaliydi.” (Aren, 2022; sf 24.)

 

            “Derenin kenarından birinci değirmenin bulunduğu harabeye kadar olan yer, baharda mesire alanıydı. Hıdrellez eğlenceleri orada yapılırdı. (Aren, 2022; sf 35.)

 

            “İkinci değirmenin  hemen yanında bir köprü vardı. Ona “Demir Köprü” derdik. İki başında ulu ulu çınarlar bulunuyordu. Bu çınarlarla aşağıdaki üçüncü değirmenin oradaki çınarlar mahalleyi kaplıyor ve çınaristan haline geliyordu.” (Aren, 2022; sf 40)

 

            “Ağlayan Kaya’nın altındaki Çoban Çeşmesi, oluklarından gece gündüz akan suyu ile gelene geçene taze can bahşederdi.” (Aren, 2022; sf 41).

 

            Kültürün doğadan kopuk olmadığını, insanın doğanın parçası olduğunu, ortak bilinçdışında zaten doğa ile örüntülenen ve Orta Asya’dan, Sibirya’dan, Hazar’ın ve Karadeniz’in kuzeyinden getirdiği “doğa üstüne kurulu yaşam” felsefesini Türklerin Anadolu’da da devam ettirdiğini bu satırlardan daha iyi anlarız. Bununla birlikte kültürün doğa içinde incelenmesi gerektiğini bu eserle birlikte bir kez daha kavramış oluyoruz.

           

            Kültürel Miras Olarak Yapıların Anlatımı:

            Kitapta yer alan diğer önemli kültürel miras ürünleri elbette ki tarihi yapılardır. Revak Sultan türbesi, Yedi Kızlar Türbesi, arkasını Dumanlı Dağı’na veren tarihi taş köprü, Revak Sultan türbesi, mezarlar ile Ağlayan Kaya arasında kalan tarihi değirmen, Manisa’nın onlarca, yüzlerce yıllık tarihinden süzülerek kitaba nakşedilmiştir. Yine kültürel miras olan diğer yapılardan bahsedecek olursak şunlardan bahsedebiliriz:

 

            “Tekkeyi gezerken anneannem haziredeki yan yana duran iki mezar taşını göstererek onlarla ilgili bir hikaye anlatmıştı. Çok eski zamanlarda dağ köylerinin birinde bir delikanlı le bir genç kız birbirlerini sevmişler, aileleri onların evlenmelerine izin vermemiş… Ölünce ikisi de yan yana defnedilmişler.” (Aren, 2022; 85)

 

            “Türbe, o çeşmenin yukarısındaki bir çıkmaz sokağın ucundaydı. Dört beş basamak merdivenle inilen büyücek bir odada sıraya duran yedi sanduka vardır. Üzerleri işlemeli örtüler, eşarplar, mendille kaplıdır.” (Aren, 2022; sf 71)

 

            “Yine bu sebeple Ulu Cami’den, İshak Çelebi Türbesi’nden, Saruhan Bey’den, Muradiye’den, Sultan Camii’nden, Cumhuriyet Hamamı’ndan, onun şıkır şıkır beyaz mermerlerinden, Mesir Macunun’dan, Moris Şinasi Hastanesi’nden, tımarhaneden de bahis açmadım.” (Aren, 2022; sf 96)

 

            Kültürel mirasın en önemli öğelerinden olan mezar, tekke, türbe, cami gibi yapıların sosyo-kültürel yaşantıda somutlaşmış ve vücut bulmuş kültürel anlamlar ve simgeler olduğunu bu kitaptaki detaylı anlatımlarla keşfetmek daha da mümkün olmaktadır.

           

           

            Şehrin Zamanı Kısıtlı Diğer Canlıları: Halka Dair Anlatım

 

            Şüphesiz ki kültürel mirasın en önemli ögelerinden biri, yaşanmışlıkların kaynağı, sözlü kültürün en önemli kaynağı ve malzemesi, görsel kültürün de üreticisi olan insandır. Yazarın Manisa’nın ilişkisel dünyasına dair renkli ve canlı betimlemeleriyle hayatımıza girer. Yazarın mümkün olduğunca nazik betimlemelerle bize tanıtmaya, bizi tanıştırmaya çalıştığı, yazıldığı dönemde bile çoğu müteveffa olan Manisa ahalisi, şüphesiz ki kültürel çalışmanın en önemli kaynaklarından, en önemli değerlerindendir. Yeri geldiğinde toplumsal cinsiyet atıflarını ve dönemin ortak üst-benliğini de görmemizi sağlayacak olan örneklerde Selhe Hanım Teyze, Kız Niyazi Bey, yazarımızın anneannesi Aliye Hanım, Nazire teyze ve eşi Metko amca, yazarımızın annesi ve babası, Dellal Şevket amca gibi birçok kültürel miras taşıyıcısından bahsedilmektedir. İlişkisel dünyaya, iletişime, Ege kültürüne, Anadolu ve Türk kültürüne, paylaşımlara, evrilen ve akışta olan günlük kültüre dair birçok ayrıntıyı bu kıymetli satırlarda bulmak mümkündür. Bunlara örnek olarak şu satırları vermek mümkündür:

 

            “Oyunun en sargın yerinde bakarsınız pamuk şekerci yada macuncu gelmiş…Onu fark eden afacanlardan biri … koşar, alacağını alır, tekrar oyuna sarardı.” (Aren, 2022; sf 28)

 

            “Nazire teyze Metko amcayla evlenip konağın hemen yanında bir yere gelin edilmiş… Metko değirmen yanındaki bakkal dükkanını işletirdi Nazire teyzeye sadıktı, Nazire teyzeyse Metko’ya aşık.” (Aren, 2022; sf 32)

 

            “Zavallı babacığım, annemle nişanlılık dönemi içine Regaip Kandili girmiş ama babam Manisa adetini bilmediği için anneme mum göndermemiş. Annem de hemen her Regaip Kandili’nde -sen bana mum bile göndermedin!- diye o hatırasını hatırlatırdı”. (Aren, 2022; sf 44)

 

            “Topluluklar ne kadar müsamahasız, bazen gaddarlık derecesinde zalim olabiliyor. O kadıncağızı affetmediler. Çocuklarını bir kerecik öpüp okşamasına müsamaha etmediler.” (Aren, 2022; sf 73).

 

            Özellikle kişiler arası diyalogların kitapta detaylı olarak anlatımı ile hem toplumun-dönemin işleyişini, konuşma, üslup, adap gibi kültürel kavramları görebilmekte, hem de tarihsel bağlamda sosyo-kültürel diyalogları, rutin ve ritüelleri inceleyebilmekteyiz. Şüphesiz ki bu inceleme de bize nesiller arası aktarımla getirilen kültürel öğeleri kucaklama imkanı sunmaktadır.

 

            Genel inceleme: Gözlemci değil katılımcı olarak yazarın varlığı

 

Yazarın yazma üslubunda bu içten yaklaşımın zorlama bir taktik olmadığını, yazarın kendi gezintisi, selamlaşması ve helalleşmesiyle bizim gezintimizin, selamlaşmamızın, helalleşmemizin bu detaylı hatıra anlatımlarıyla iç içe geçtiğini ve perçinlendiğini söylemek ne bu eseri ne de yazarı idealize etmek olacaktır. Aksine; tüm bu canlı anlatımın, kültürel dokuya okuyucuyu canlı bir şekilde nakşetme çabasının direk ve gerçekçi bir değerlendirmesinin yapıldığını söyleyebilirim. Bu şekilde ele alındığında yazarımızın sorumluluğunu aldığı işe her zaman gösterdiği önemi, nadide bir çiçeği taştan yontar gibi kelimeleri seçişini ve dizişini de bir şahit olarak gördüğümden kitabın içten, kültürel çalışmaya hizmet ve bizi bizi hatırlatmak arzusuyla yazılmış bir paylaşım olduğuna şahitlik edebilirim.

 

Yazarın kimliğini, hayat görüşünü onu tanımış, onun yaşantısına, duruşuna kısmen ama azımsanmayacak şekilde şahit olmuş bir talebesi olarak kendi gözlemciliğimi, kendi şahitliğimi de bu analize yine yaşayan, nefes alan, canlı, kişilerarası kuramda varlığını şu an devam ettiren bir algı ve duygu bütünü olarak getirdiğimi söylemem gerekir. Bu açıdan bakıldığında derin bir tarihin, kültürün parçası olan Manisa yaşantısını, onun parçası olan kıymetli hocamı ve hocamı yaşayabilmiş, onunla yaşayabilmiş bir kişi olarak kendimi -bu kısa metnin yazarını da- katman katman açılan bir kültürel hayatın parçaları olarak görebiliriz. Zira tıpkı Bronfenbrenner’ın (1979) çoklu sistemler kuramının açıkladığı gibi, hepimiz birbirimizle ve bir şeyle içiçeyiz.

 

            Eseri ele alış şeklinden anlaşıldığı gibi hatıralarına kendi zihninde bizimle birlikte dönmek isteyen kıymetli hocamın bir kültür çalışanı, hatta bir Türk-İslam kültürü çalışanı olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Anılarını kültürel çalışmalar çerçevesinde ele alan her kültür çalışmacısı gibi katılımcı-gözlemci yazarımızın bizi bu eserinde “bizden dışarıda, bizim dışımızda, bizden ayrı bir Manisa’yı görmeye” değil, “hiç gitmemiş dahi olsak, onun bize çok canlı şekilde betimlediği hatıralarla, bu hatıraların içine girerek temas ettiğimiz ve bizim de parçamız olan Manisa’yı yaşamaya” davet ettiği nettir. Bu deneyimi salt bir kitap okuma deneyimi olarak görmeye kalktığımızda “izleyen-okuyucu”, “izlenen sahne-sayfa” dışına çıkan okuyucu deneyimini ele almak gerekir.

 

Kitaba çağrının net bir “sen-siz-ben-biz” dili üzerinden olması, nakşedilen hatıralarda bol bol yer verilen seslenişlerin, çağrıların, selamların duyulması, resimlerle birleşen anlatımda okuyucunun deneyiminin “dili geçmiş zamandan” çıkıp “şimdiki zamana” gelmesini sağlar. Yani okuyucu geçmişte birinin yaşadığı şeyi okumaz; orada, oracıkta kendisi olarak yaşadığı şeyi bir kitabın kendisine verebileceği azami destekle deneyimler.

 

           

Değerlendirme ve Son Söz:

 

            Erdentuğ (1986), insanın çevreye uyumlanma ve çevreyi de kendisine uyumlama gücünden bahsederken kültürün kendi varlığını mümkün olan en istikrarlı halde devam ettirdiğini belirtir. Kendisine göre gelenek ve görenekler, kültürün küçük parçaları olarak, onu oluşturan ögeler olarak “birbirlerini tamamlama” ve “anlamlı bir bütün oluşturma” halindedir. Bu durum Kemal Yurdakul Aren’in Çayırbaşı’ndan Manisa’ya (2022) adlı eserinde detaylı şekilde anlattığı her anının, her parçanın süregelen Osmanlı-Anadolu-Türk kültürünü, hatta Orta Asya ve Kuzey Karadeniz Türk Kültürü’nü nasıl devam ettirdiğini de açıklamamızı sağlar. Doğanın öğesi olan her parçanın, dağların, kayaların, ırmakların, taşların, bu taşlar ve topraktan inşa edilen şehrin, şehrin farklı mizaçlarındaki insanlarının da nasıl kültürün parçası olduğunu bize gösterir (Tercan, 2018).

 

            Bununla birlikte bir kültür çalışması olarak otobiyografinin özellikle Türk-İslam coğrafyasında tasavvuf bakış açısıyla harmanlanmış olmasının ona dünyanın diğer bölgelerindeki otobiyografik çalışmalardan farklı bir anlam kattığı nettir (Yazıcı, 2006). Aren’in otobiyografisini de bu açıdan ele aldığımızda sıklıkla yazarın Yaratıcı’ya dönerek hitap ettiğini, iyi niyetini belirttiğini, Yaratıcı’dan müsade isteyerek bu iyi niyetle resmen bir Türk-İslam elçisi olarak kültürel çalışmalara katkıda bulunduğunu ve hatta -katkıda bulunmak amacıyla direk olarak bu eseri yazdığını- görebiliriz. Anadolu’ya has bu otobiyografik çalışmaya güzel bir örnek olarak toplum bilimde bu eser de yerini alacaktır.

 

            Bir dönemin otobiyografisini, hayatın bir kısmını tarihin bir bölümünü aydınlatmaya vakfetmek, bu amaçla eseri ele almak ve mümkün olan her anı, fotoğraf, notu bu yazım işlemi sırasında kullanmak oldukça önemli kültürel bir çalışmadır (Doğan, 1993). Aren’in eseri eldeki her türlü şahsi anı parçasını kullanarak, bunları bir araya getirerek derlendiğinden yine bu yönüyle de kültürel çalışmaların önemli bir neferi haline gelmiştir. Bu yönüyle tıpkı Öğretir’in (2015) belirttiği gibi, otobiyografik eserin sadece edebi amaçla yazılmadığını, tarihsel, sosyolojik, kültürel amaçlara da hizmet ettiğini belirtmek gerekir.

 

            Dönemin Manisa halkını günlük ve birlikte yaşantısı dışında,aile hayatını da aslında oldukça önemli sosyolojik ve psikolojik boyutta yazarın kitapta ele aldığını görüyoruz. Kadın-erkek ilişkilerini, kültürün kadın ve erkek atıflarını, aile hayatından beklentilerini, normalleştirdiklerini ve sert sınır koyuşlarını dönemin örnekleri ve hatıralarıyla teferruatlı şekilde görebiliyoruz. Bu durum Toğrol’un (1993) belirttiğine paralel olarak, benzeri de kitapta geçen şekilde Batı Trakya-Bulgaristan Türkleri’nin ev ve aile hayatının, Manisa-Ege bölgesindeki ev ve aile hayatının yaşanma şekline ne denli benzediğinin iyi bir örneğidir. Üstelik Aren’in bu eserinde de Bulgaristan’dan göç eden Balkan Türkleri’ne dair yer alan bir bölümle Ege- Trakya- Anadolu-Balkan Türk kültürel birliğine dair önemli bir çıkarım elde etmekteyiz.

 

            Son söz olarak yazarımız, kıymetli hocam Kemal Yurdakul Aren’in kitaba başlarken yazdığı şu cümleyle bu yazımı bitirmek istiyorum:

 

            “Bu kadar kalabalığı anlatmaya benim gücüm yetmez. Ben sadece tanıdığım bildiğim çocukluğumun diyarını, hafızamın derinliklerinde kalmış, çıkmak için birbiriyle çarpışan görüntüleri aktaracağım “

           

            Neticede kültürün ürünü, kültürün yapı taşı, var edicisi, anlatıcısı, sesi, kendisi olan şeydir insan ve ancak ona kendi sesiyle, kendi hafızasının derinliklerinde kalan haliyle şekil verebilir. Bu şekil verme sürecinin içinde bir yerlerde var olduğu için, kendisiyle selamlaşmak şansı da biz öğrencilerine kısmet olduğu için, aziz hatırasına şükran ve sevgilerimi sunarım.

 

Kaynakça:

 

Aren, K. Y. (2022). Çaybaşı’ndan Manisa’ya. Kubbealtı Neşriyat.

Bronfenbrenner, U. (1979). The ecology of human development. Harvard University Press.

Doğan, Ş. (1993). Otobiyografi ve anı korelasyonunda anlatıcı ve protagonist özdeşliği üzerine. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. 10:1:105-114.

Erdentuğ, A. (1986). Kültür alanı yaklaşımı. Belleten. 50:196: 229-246.

Heidegger, M. (1962). Being and Time. Harper and Row.

McWilliams, N. (2011). Psychoanalytic Diagnosis. Guilford Press.

Öğretir, İ. (2015). Çağdaş otobiyografi yazımı. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 19:3:69-75.

Tercan, B. (2018). Koruma politikaları: Tarih, kültür ve doğa varlıklarının afetlere karşı korunması. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 40:229-318.

Toğrol, B. (1993). Kültür taşıyıcı olarak Türk ailesi: Doğudan ve batıdan örnekler. Psikoloji Çalışmaları. 19: 51-58.

Yazıcı, N. (2006). Türk edebiyatında otobiyografi. Türkbilgi. 11:186-217.

hoca.jpg
caybasindan-manisaya040787f1cab468a4c12cf8f883da421a.jpg

bottom of page