Ortak ve Akan Bilinçdışı: Türk Masalları-Kitap
Kitap Tanıtımı Kitaba Ait Genel Bilgiler:
“Türk Masalları” isimli kitap, 2018 yılında Maya Kitap tarafından özenli bir
çalışmanın sonucunda çıkarılmış, şahsen önemli bulduğum bir çalışmadır. Tahmin edersiniz
ki hem Türk Tarihi, hem Kültürel Çalışmalar alanlarına ilgi duyduğumdan ve okuyucuları bu
iki alanın her birini, en çok da kesişimini daha fazla merak etmeye davet ettiğimden bu kitap
tam aradığım kaynak oldu. İçinde bulunan masallar ünlü Macar Türkolog İgnas Kunos
tarafından kendisinin Anadolu’ya farklı yıllar içerisinde gerçekleştirdiği seyahatler sırasında
Anadolu köylüleri, Türkmen toplulukları’nın anlatıları dinlenerek derlenmiş olan masallardır.
Bu Türkmen toplulukların Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya göçü sırasında getirdiği
anlatılar, kuşaktan kuşağa aktarılan Türk Kültürü Mirası’nın en önemli parçalarındandır.
İlerleyen sayfalarda daha detaylı olarak inceleyeceğimiz kitabın Türkçe'ye ger kazanımını
sağlayan, akıcı ve temiz bir dil ve üslup kullanan çevirmeni Elif Nihan Akbaş’a da ayrıca
teşekkür etmek isterim.
Sözlü kültür ürünü olan masalın doğumu, gelişimi ve türeyişi: Eşsiz benzerliğin kabulü, akış
ve garip canlılık hissiyatı
Kitaptaki masalların içeriklerine bakarsak okuyucuyu hem oldukça sürükleyici, hem
de eğlenceli, yer yer kasvetli, yer yer garip bir umut ve zafer hissiyatı dolu serüvenlerini
beklediğini söyleyebilirim. Hatta ilave ederek şunu eklemek isterim: Bu kitaptaki tüm Türk
masalları, baştan sona aynı sürükleyicilik ve macera ile, hatta zaman zaman “sanki aynı
masalın bir başka verisyonunu okuyormuşsunuz hissiyle” sizi selamlıyor olacak. Çoğunlukla
bir önceki masal ile okumakta olduğunuz bir sonraki masaldaki başlangıç, kurgu, hatta
karaterler çoğunlukla benzer görünecektir. Sanki bazı masallar diğerlerinin daha açılmış, daha
eklemlenmiş, daha geliştirilmiş hali gibi gelebilir. Muhtemelen bunun nedeni, sözlü kültürün
bel kemiği olan masalların doğal gelişim sürecinde zaten ağızdan ağıza anlatım, yeniden hayal
etme, yeniden yapılanma, eklemlenme ve büyüme yoluyla gelişiyor olması olabilir. Yani
herhangi bir somut, net, sert dış yapısı, çerçevesi olmayan sözlü kültür ürünlerinin zaten doğal
gelişimi bu şekilde olduğundan, bu kitapta ele alınan Türk Masalları’nı da kaçınılmaz olarak
birbirinden evrilmiş, büyümüş ve gelişmiş olması, bu nedenle birbirlerine olan benzerliğinin
farklılığından fazla olması oldukça doğal bir durumdur. Bu durumda aslında şunu da
söylemek mümkündür: Diğer tüm masallar gibi bu kitaptaki Türk Masalları da muhtemelen
gelişim ve türeyiş sürecinde sadece üst nesilden alt nesile anlatılmamakta, nesiller arası
diyaloglarla, simetrik ve asimetrik şekilde hem üst hem de alt nesilin kendi düş dünyası,
soruları, cevaplarıyla “her anlatımda-yeniden ve eklemlenerek” gelişmiştir. Bu, sözlü kültürün
diğer her ürünü kadar belki diğerlerinden de fazla bir şekilde masalın “tek yönlü değil çift
yönlü bir akış” içinde şekillendiğinin altını çizmek önemlidir (Arslan, 2020). Neticesinde
kaçınılmaz olarak şunu söyleyebiliriz: İşte tüm bu karşılıklılık, çift yönlülük, devinim ve
evrim sebebiyle bu kitapta okuyacağınız Türk Masalları size hem çok dinamik, garip bir
şekilde hem çok canlı, hem çok iniş çıkışlı, hem çok tanıdık, hem de çok benzer gelecektir.
Yani Türk Masalı, türevleri gibi ve muhtemelen zaman zaman onardan daha fazla “ortodoks
olmayan”, “ilişkisel”, “kişilerarası”, “intersubjektif” bilinç dışı doğasıya bizi her dinleyişte
yeniden var etmeye ve var olmaya çağırmaktadır.
Masalın girizgahı ve sonu: Politik bilinçdışı, imza ve milli benlik
Masalların girizgahları birbirinden az miktarda değişse de klasik Türk Masalları’ndaki
“Bir varmış bir yokmuş. Ben babamın hem çocuğu hem babasıymışım”, yahut “Bir varmış bir
yokmuş. Develer tellaliken pireler berberiken” şeklinde girizgahlarla süslenmiştir. Klasik
Türk Masallar’ndaki bu girizgah, aynı mobilya ustasının elinden çıkmış olan doğramalardaki
işlemelerin nadideliği ve benzerliği gibi birbirine olan yakınlığını adeta bağırmakta, aynı
zamanda masalın gerçekliğe yakın, gerçeği temsil eden ancak gerçekten aynı zamanda da
uzak olması gereken doğasını işaret ederek “zamanı ve mekanı” yahut “olayların gerçekçi
akışını bozacağını” baştan deklare eder (Kanca, 2020); muhtemelen bu yolla da dinleyicinin-
okuyucunun masalla birlikte alacağı mesajları daha az kaygı ve savunmayla kucaklamasını
sağlayabilir. Yine bir mobilyanın başının ve sonunun benzer doğrama örnekleriyle dolu
olması gibi, kitaptaki masalların kapanış kısmında “her zaman beklenen mutlu sonların özenle
verilmesi”, kavuşmaların ve cezalandırmaların gerçekleşmesiyle mümkün olur. Sadece bir
bozkır kültürünü değil aynı zamanda yayıldığı geniş coğrafya sebebiyle kuzey ormanlarının
doğası, nesneleri, inanca karışan mitleri de etkin olan Türk Kültürü’nde masalların bu süslü,
fakat zaman ve akıl akışını eğen doğası düşünüldüğünde şunu söyleyebiliriz: Tıpkı
destanlarında, inançlarında ve günlük yaşayışında olduğu gibi doğası gereği Türk Kültürü
masallarını da muhakkak olumlu, mutlu, zaferli sonlara evriltmiştir. Bence bu durum Türk’ün
zafer algısı ve bir şeye olacaksa muhakkak ki zafere olan düşkünlüğü, idealizasyonu ile
açıklanabilir ki nitekin tarihin akışıyla, savaşların ve politik idarelerde elde edilen olumlu
sonuçlarla masalların sonuçlarının gösterdiği büyük benzerliği açıklar. Yani masal, gerçekten
de belirtildiği gibi milli tarih (Akalan, 2015) ve bence politik bilinçdışı ile muhakkak
şekillenen, kimliğin ve benliğin çok metaforik bir izidir. Bu açıdan bakıldığında girizgah, son,
sonda verilen mesaj ve masalın akışı-milli tarihin akışı arasındaki benzerlikler, masalı var
eden milli benliğin imzası anlamına gelir.
Kadim Türk Öğretisinin Yüzlerce Yıllık Yaşayan Hali: Diri Türk Masalı ve Psikanaliz
“Ak”, “Kara”, “Bölme Savunması” ve Masalın ortak bilinçdışı
Bu kitapla beraber Kunos’un derlediği Türk Masalları’nda sıklıkla görülen figürler
şunlardır: Şehzadeler, padişahlar, şehzadelerin aşık olduğu veya ona eş olan “beyaz, güzel,
kutlu kızlar”, bu aşkı kıskanan ve çıkarcı “kara kadınlar”, devler, dev anaları, dev analarının
oğulları ve ana kahramanlara yardım eden yahut masalın örüntüsüne uyumlanarak hikayeyi
açabilecek ağaç, hayvan gibi doğa parçaları ve nesneler. Tüm bu figürlerin masalda farklı
şekillerde kullanıldığını görürüz. Masalın doğasına uygun olarak bu “tam nesne” veya bazen
bir “nesnenin parçası” (örneğin kanadın tüyü, yüzüğün taşı gibi parçalar) olan bu figürler
Türk masallarında birbirine karışmaz ve birbirinden net bir şekilde ayrılacak durumla “mutlak
iyi” ve “mutlak kötü” temsilleri olarak resmedilirler. Mesela şehzade, doğa, padişah, beyaz ve
kutlu kız, hatta dev anaları “mutlak iyi” figürlerken, kara kadın ve kara kadının kullandığı
nesneler-araçlar “mutlak kötü” figürlerdir. Mutlak iyi, yaratıcıdan gelen gücü, kutu, o kutun
tam da Türk Kültürü’ne uygun olarak padişaha yansımasını, muhakkak ki padişahtan
şehzadeye geçmesini temsil eder. Mutlak iyi sevgi, çoğaltmak, iyilik, vicdan ve merhamet
gibi duyguların etrafına örülen hareketleri uygulayan, bu hareketlerin uygulayıcısı figürlerdir.
Daha önce Ziya Gökalp’in 1923 yılında yayınlanan ve yeni basımlarında okuyarak bilgi
edindiğimiz adim Türk töresi anlayışında da gördüğümüz üzere (Gökalp, 2023), “iyi” ve
“kötü, “kutlu” ve “kutsuz”, “Tanrıdan gelen” ve “Tanrıya asi olan-şeytani” olan arasındaki
keskin farkın sembolize edildiği Türk Dünyası’nda “iyiliğin ve kutun sembolü olan ak” ile
“kötülüğün sembolü olan kara”nın masallarda sıklıkla sembolizasyon diliyle geçtiği
görülmektedir. “Beyaz ve kutlu kız” aşık olunacak, kutsanış, şehzadeler ve prensesler
doğuracak kişiyken, “Kara kadın” haset, kötülük yapan, dek dolap çeviren ve masal sonunda
çoğunlukla ölümle cezalandırılan mutlak kötü olarak resmedilmiştir. Yani okuyacağımız
kitapta kadim Türk düşüncesinin yansıması olarak “aklar” ve “karalar”ın savaşta olduğu bir
orta dünyayı, muhtemelen devrin “ak savaşçıları-politkacıları” ile “kara” sayılan düşmanları
savaşları, yahut ve hatta bir kişinin kendi içindeki “ak” ve “kara” taraflarının, kısaca Freudyen
(1916 & 1923) bir dürtü, alt benlik- üst benlik savaşının izlerini göreceğimiz kesindir.
Bugünün dünyasında muhtemelen pek az şeyin çok net iyi ve kötü olarak ayrılabildiğini
bilsek de orta dünyanın kendi hakikatinde mutlak iyiler ve mutlak kötülerin bugüne göre dah
afarklı yaşandığını ve anlamlandırıldığını, günün koşullarının “günün normallerinin”
belirleyicisi olduğunu hatırlamak gerekir. Bu açıdan bakıldığında tüm masallarda olduğu gibi
Türk masallarında da Klein’ın (1946) “bölme savunmasını” (splitting) sıklıkla göreceğimizi
söyleyebiliriz. Bu noktada minik bir hatırlatma: Savunmanın iyisi, kötüsü, az gelişmişi, çok
gelişmişi, soğrsu ve yanlışı yoktur. Bölme dahil diğer tüm savunmalar yeri geldiğinde
kullanılmalıdır ve hayatın akışı içinde bir akış yakalamak, bugün nevrotik dediğimiz
düzlemde kalabilmek için bazı şeyleri bölerek kategorize etmeyi becermek, neticede bu
kategorizasyonun çok sert ve çok yoğun olmaması koşuluyla zaten gereklidir; elzemdir. Yani
yaşamaya devam etmek için iyi ve kötünün ayrılması bir ilkellik değil bir şarttır. Fakat bu iyi-
kötü ayrımını ne kadar sanatta, edebiyatta, folklörde yaşatabiliyorsak, sembolizasyon
üzerinden anlamlandırdığımız gibi açık konuşma ve diyalog içinde de yeri geldiğince
anlamlandırabiliyorsak nevrozun dengesi ve griliğine alan o kadar açılabilecektir.
Kastettiğim şudur: Türk Masalları, değişen çağlarda dahi mutlak iyi ve mutlak
kötünün temsilini sürdürerek, hem her şeyi mutlak iyi ve mutlak kötüye koymayarak, hem de
bu iki kavramın da reddedilemeyecek şekilde var olduğunu hatırlatarak bir nevi toplumsal akıl
sağlığı süzgeci görmeye devam etmektedir. Sevmek iyidir, güzel niyet iyidir. Çalmak kötüdür.
Kıskançlık, haset, yalan, iftira, kötü oyunlar oynamak mutlak kötüdür. Masalda bir şekilde
can acıtmanın, kötü sonuçlara sebep olmanın, haksız yere can yakmanın, can almanın, zararı
dokunmayan kimseye durduk yere ve dürtüsel sebeplerle kötülük yapmanın “mutlak kötüyü”
“kara kadın” ile temsil ettiğini görebiliriz. İşte bu ortak ve çağlar arasında akarak gelen
bilinçdışı, bundan bir yüz küsür yıl önce Freud’un, sonra Klein’ın ve arkasından gelenlerin
açıklamalarını çağlar ötesinden ete kemiğe büründürerek yaşatan canlı ve varlık sahibi bir
öznenin, masalın içinde kendini göstermektedir. Türk Masalı Türk toplumunu sadece
eğlendirmek için değil, bugün bizim ona olan borcumuzun çoktan ödenmiş bir bedeli olarak
Türk milli kimliğini “saptamak, muhafaza etmek, geliştirmek ve güçlendirmek” için (Metin-
Basat, 2014), onun ortak bilinçdışının nesiller arası aktarımla gelen gücüyle doğmuş ve
yaşayan en somut varlığıdır.
Tanrı Kutu Meselesi, Adaklar ve Yeniden Doğma
Masallarda sık göze çarpan ögeler Tanrı tarafından kendisine kut verilmiş insanlar,
çocuklar, nesneler meselesidir. Yine kadim Türk inançlarıyla paralel şekilde Türk Masalları,
Yaratıcı gücün çok büyük ve olağan dışı şeyler gerçekleştirebilecek kudreti olduğunu ve bu
olağan dışı şeyleri normal akışa sığmayacak şekilde gerçekleştirebileceğini sembolik dillerle
ifade etmektedir. Örneğin masalların birinde (Üç Turunç Masalı), içinde üç güzel peri kızı
barındıran üç yumurtayı kimsenin bilmediği çok gizli bir yerde bulan şehzadenin Yaratıcı’nın
lütfuyla bir su kenarında açtığı yumurtadan çıkan çok güzel peri kızının canlanmasına şahit
oluşundan bahseder. Yine aynı masalda kara kadının bu peri kızını kıskanıp bir iğneyi onun
boynuna batırması yoluyla peri kızını öldürmesinden, daha sonra bu peri kızının bambaşka bir
şekilde, bir kuş olarak Yaratıcı’nın yardımıyla canlanıp şehzadeye geri gelmesinden bahseder.
Bu anlatım farklı masallarda da benzer şekilde kendini tekrar eder. Genllikle haset,
kıskançlık, düşmanlık sonrası ölen kutsanmış kız veya şehzadenin kendilerinin durumundan
haberdar olan Tanrı’nın yardımıyla yeniden hayata dönmesi ve yeniden insan bedeniyle geri
gelmesi halleri ele alınır. Tanrı kutunun masallardaki ilk çıkışı çoğunlukla iyi kalpli birinin
(bu padişah da olabilir sıradan bir insan da) Tanrı’ya dua etmesi ve karşılığında bu duanın
kabul olmasıyla başlar. Dua, yakarış Tanrı tarafından duyulur ve bu ilk duay takiben kutlu
evlilikler, kutlu doğumlar, kutlanmış kız ve erkek çocuklar, prenses ve şehzadeler ve hatta
onların birbirleriyle karşılaşması gerçekleşir. Bu bakımdan kut dua-yakarış ile başlayan
cömert bir hediyedir ve hiçbir haset onu yok edemez. Bu durum eski Türk felsefe ve
öğretilerinde kendisini farklı şekillerde gösteren kut anlayışının yansımasıdır ve şüphesiz ki
masalların, içinden doğdukları toplumun gündem ve konularını alan, işleyen, öğüten ve
yeniden beslemek üzere topluma geri veren işlevini gösterir (Metin-Basat, 2023). Gerek Kök-
Tengri İnancı, gerekse Şamanizm felsefelerinde ve sonrasında İslamiyet’te de ortak olarak
görünen bu kut alma, Yaratıcı’nın izni ve sadece onun alıp vermesi yoluyla var olan veya yok
olabilecek olan “kutun” onurlandırılması ve bu öğretinin yayılması masallar yoluyla hızlıca ve
geniş çaplı devam ettirilir. Anlatımın öğretici vasfı yüksek olan her sözlü kültür ürününde
olduğu gibi sade, kısa, akıcı olması (Karabacak, Öznur, & Piro, 2023) masalın döngüsel
varlığını yani halktan doğup halkı besleme ve var ettiği halk tarafından yeniden var edilme
halinin en güzel örneğidir.
Okuyucuya Öneri ve Son Söz:
Önemli Türkologlardan İgnos Kunos’un uzun emeklerle derlediği bu çalışmayı
okumanızı tavsiye ederim. Masal seviyorsanız bu eser sizi çocukluk günlerinize geri
götürmekle kalmayacak; masalın doğasının hüküm sürdüğü her yerde olduğu gibi sizi sıkıcı
bugünün gerçekliğinden kontrollü ve sağlıklı bir şekilde bir süreliğini azad edecektir. Şayet
psikolojiyle ilgileniyorsanız bu eseri okumanızı ayrıca tavsiye ederim. Mistik ögelerin yer
alışı ve rolleriyle insan doğası arasındaki benzerlikleri şaşkınlık ve merakla takip edeceksiniz.
Kaynakça:
Akalan, A. O. (2015). Türk dünyasında masal tarih ilişkisi. 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum
Eğitim Bilimleri Araştırmaları Dergisi. 4:12
Arslan, A. (2020). Sözlü kültür ürünlerinin aktarımında medya, toplum ve kuşaklararası
etkileşim. Uluslararası Sosyal Bilimler Akademisi Dergisi. 2:4:2687-2641.
Freud, S. (1916). A connection between a symbol and a symptom. İçinde: The
Standard Edition of Complete Works of Sigmund Freud. London, Hogwart Press.
Freud, S. (1923). The ego and the id. İçinde: The Standard Edition of Complete Works
of Sigmund Freud. London, Hogwart Press.
Gökalp, Z. (2023). Türk Töresi. Ötüken Kitap.
Kanca, E. (2020). Sözlü kültür ve yazı takıntısı. Journal of Awareness. 5:4:535-546.
Karabacak, H. E., Öznur, Ş, & Piro, A. (2023). Masal ve estetik yapı: Kıbrıs Türk Masalı
estetik örneği. International Social Science and Art Studies. 2:1:92-102.
Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. International Journal of
Psychoanalysis. 27: 99-110.
Metin-Basat, E. (2014). Kendine gülen köy: Günümüzde yaşayan köy seyirlik oyunları.
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. 4:8:97-109.
Metin-Basat, E. (2023). Ortaoyunu tekerlemelerinde anlatı gösteri birlikteliği. Milli Folklör
137:37-47.