1. Panik Bozukluk’ta aşırı bedensel dikkat süreci nasıl gelişir ve nasıl engellenebilir?
Panik Bozukluk, her insan için birbirinden farklı, karmaşık süreçlerin ve durumların üzerinde etkili olduğu bir durumdur. Onun var olmasına neden olan onlarca etken insandan insana değişkenlik gösterir; kişiseldir. Ancak yine de temelinde bir takım benzerlikler bulunduğundan burada bu benzerliklerden söz etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Panik Bozukluk’u, kabaca bir sonuç olarak görebiliriz. Kişiden kişiye değişen onlarca etkenin bir araya gelip de oluşturduğu, kişinin oldukça fazla acı çekmesine sebep olan, yoğun kaygıların eşlik ettiği bir durumdur. Panik Bozukluk, şiddeti yüksek olduğu zamanlarda danışanların neredeyse tüm gün içinde yoğun kaygılar yaşamasına, yaşadığı kaygılar sebebiyle dünya ile ilişkisinin dahi kesilmesine sebep olabilen bir durumdur. Kişi, “asla başedemeyeceği, felaket bir durumun sürekli kendisine doğru geldiği” hissiyle, o durumun “ne zaman yaşanacağını bilmemek” arasında bir yere sıkışır. Bu felaket, delirmek, kendine zarar vermek, kontrolünü kaybetmek, hastalanmak, kalp krizi geçirmek, ölmek gibi çeşitler barındırabilir. Üstelik sürekli beklenen bu felaket, net ve kalıcı olmak zorunda da değildir. Senaryolar değişebilir, ancak yaşanan çok yoğun kaygı, kişinin neredeyse hep bir “var olmak ve yok olmak krizi içerisinde” sıkıştığı hissiyatını verecektir.
Yukarıdaki örneklerden ve alandaki literatür taramalarından da anlaşıldığı gibi, Panik Bozukluk –onu illa daha küçük parçalara böleceksek- açık alan kaygısı, kapalı alan kaygısı, kalabalığa karışmak kaygısı, fazla yalnız kalmak kaygısı gibi birçok ek kaygı tarafından da eşlik edilen bir sorundur. Bu ek sorunları, Panik Bozukluk’u, yani –hayatta kalma mücadelesini- betimleyen kişisel şartlar olarak değerlendirebiliriz. Bu kişisel şartlar elbette insandan insana değişkenlik gösterir. Felaket, bir insan için kalabalığa karışmak yoluyla gelebilecekken, diğeri için yalnız kalmak, bir başkası için kapalı alanda olmak, bambaşka biri için fazla açık alanda olmak üzerinden yaşanabilir.
Bir klinisyen olarak kişisel görüşüm, tüm bu betimleyici etkenlerin ana meseleye doğru yaklaşırken, onu bulmak adına yardımcı olacağıdır. Bunlar, gerçek anlamda ana sorunlar değil, sorunun “yer değiştirmesi” ile yaşanan yan sıkıntılardır. Dikkatle dinlenmeli, üzerine konuşulmalı, ancak ana yardım planının temeli olarak görülmemelidir.
Aşırı bedensel dikkat, Panik Bozukluk’ta neredeyse değişmeyen, genel bir sorundur. Asıl olay, odak nokta, sorunun ve hatta çözümün de kendisi sayılabilir. Aşırı bedensel dikkati şu şekilde tanımlayabiliriz: Kişi, neredeyse zamanının çoğunu veya tamamını dikkati fiziksel varlığının, bedeninin, sağlığının üzerinde olacak şekilde, son derece kaygılı yaşamaktadır. Genellikle, beklediği bir iki ana sorunun vücudunda gerçekleşip gerçekleşmediğine odaklanır. Tüm dikkatini, enerjisini ve yatırımını dünyanın geri kalanından neredeyse çekmiş, bu kaynakların hepsini -nasıl ve ne zaman geleceği belli olmayan- ancak gelmesinden çok kaygılanılan bir duruma yöneltmiştir. Kaygısının nesnesi kendi vücudu, yani kendisidir. Dünyasında giderek diğer nesneler (ve insanlar da) neredeyse yok olmaya başlar. Bu haliyle “ilişkilendiği” tek şey, kendi fiziksel varlığına dönüşür. Ancak gerçek anlamda bir ilişkinin, canlı ve dinamik bir ilişkinin olması için gereken ön koşul, iki varlığın bir alanda akması, buluşması ve irtibat kurması olduğundan kişinin kendi fiziksel varlığıyla kurduğu şey de anladığımız anlamda bir ilişki değildir: Besleyiciliği olmayan, kendi üzerine düşen, kendine kapanan, “kendi ekosunu bekleyen sesin” yine ve sadece kendiyle çok kaygılı bir şekilde haberleşmesi gibi, kişi de kendi vücuduyla garip bir birliktelik haline sürüklenir. Unutulmamalıdır ki bu durum, yaşayan kişi için oldukça acı verici bir süreçtir. Uzmanların desteği çoğu zaman gerekli hale gelir.
Aşırı bedensel dikkat, vücudun bir yanına yahut tamamına odaklanarak yaşanmaktır. Danışanlarımın bu durumlarda çok ciddi acılar çektiğini, uykusuzluk, enerji düşüklüğü, yoğun mutsuzluk gibi sorunların sık sık durumlara eşlik ettiğini belirtmek isterim. Bu durumu yaşayan kişiler çoğunlukla –acil durumlarda- kendilerine müdahale edebilecek insanları etraflarında istediklerinden bir teyakkuz durumu da oluşturabilirler. Ana mesele “bana bir şey olması” olduğundan, bu durumu engelleyebilecek, kendilerini güvende hissettirebilecek yerlere ve mekânlara sürekli yakın olmak isteyebilirler. Doktorlarına yirmi dört saat ulaşmak istemeleri, hastanelere yakın yerlerde bulunmak istemeleri, güvendikleri aile üyelerini sürekli etraflarında istemeleri, aşırı bedensel dikkatin bir sonucudur. Yine bu nedenle, paradoksal bir şekilde kendi dikkatlerini vücutlarının ve sağlığının üstünden çekebilecek her türlü şeye de son derece mesafeyle yaklaşabilir ve hatta bu şeyleri hayatlarından uzaklaştırabilirler. İş, güç, ilgi alanlarına girebilecek şeyler belki bir süredir kendilerine zevk vermediğinden, belki de dikkatlerini fiziksel sağlıkları ve güvenliklerinden alıkoyacağından yavaşça hayatlarından –yine kendileri tarafından- çıkarılır. Bu üzücü tabloda yine unutmamak lazım ki, Panik Bozukluk sebebiyle acı çeken insan için bu döngü, nereye gittiğini bilemeyen, ancak acıdan kaçmak için koşmaya devam eden kişinin yardım çığlığıdır. Kapanan yaşam alanları, var olma alanları kişiyi daha da güdük, daha da az besleyen, hayatla bağı azalan bir yerde mahkûm edebilir. Sonuç, dikkatin daha fazla aynı meselelere odaklanması olabilir.
Bu durumla mücadele etmek için denenebilecek birçok klinik yol olduğunu düşünüyorum. Ancak kendi inandığım yolları, faydasını gözlemlediğim şekilde aktarmam gerektiğine de inanarak şunları söyleyebilirim: İlk olarak kişinin muhakkak alanında iyi eğitim almış, güvenebileceği bir psikiyatrist ile görüşmesi gerektiği kanaatindeyim. İlk adım, bu zor koşullar altında zaten harap olmuş sinir sistemine gereken farmakolojik-nörolojik desteğin verilmesidir. Psikiyatrist, gerekli yönlendirmeyi yaptıktan sonra kişi, psikoterapi sürecine girmelidir. Psikoterapi, psikiyatrik yardım ile düzenlenecek olan nörolojik müdahaleyi gerçek anlamda kalıcı kılacak adımları atacağımız yerdir. Kişiyi hangi yaşam felsefelerinin, bakış açılarının, seçimlerin sıkıştırdığını, hangi sorunların bu şekilde patlak verdiğini anlamanın en önemli yoludur. Unutulmamalıdır ki “aşırı bedensel dikkat” dediğimiz şey bir algı, yaşam şeklidir. Ne oldu da, nasıl bu yaşam şekline sahip olduk? Neler yaşadık ve nasıl yaşadık da bütün dikkatimiz fiziksel varlığımız üstünde, üstelik son derece kaygılı bir şekilde yoğunlaştı? Diğer tüm algılama ve değerlendirme durumlarında olduğu gibi, bu durumun da uzun bir sürecin ürünü olduğunu kabullenmek, gereken adımları acele etmeden ama sabırla atmak büyük faydalar getirecektir. Tüm bu konuştuklarımıza dayanarak şunu söyleyebilirim; Panik Bozukluk (da diğer sorunlar gibi), bir sonuçtur. Birikmiş, sıkışmış, kümelenmiş sorunların içinden çıkmaya çalışırken daha fazla dolandığımız bir durumdur. Aşırı bedensel dikkat bunun bir parçasıdır. Alttaki sorunları konuşmaya ve anlamaya başlamadan bu durumu gerçek anlamda iyileştirmenin bir yolu olmayacaktır; bunu net olarak söyleyebilirim. Bizi bu raddeye getiren birikmiş meseleleri anlamadan ve yeni yollar üretmeden yapacağımız şeyler, bacağımızdaki ağrıyı hissetmemek için kendimizi renkli resimlere bakmaya zorlamak gibi beyhude kalır. Tedavi bir bütündür; psikiyatrik müdahalenin arkasından uzman bir psikoterapistin devreye girmesi gerekir.
2. Beklentisel anksiyete nedir ve nasıl engellenebilir?
Beklentisel Anskiyete, az önce bahsettiğimiz Aşırı Bedensel Dikkat ile birlikte gelişen yoğun endişe halidir. Aşırı Bedensel Dikkat, tetikte olma halinin bilişsel boyutuyken (zihnimizin ve düşüncelerimizin nasıl odaklandğı kısmıyken), Beklentisel Anksiyete bu halin duygusal boyutudur; yani nasıl hissettiğimiz kısmıdır. Yoğun kaygı, beklenen bir felaketin geleceğine dair kaygı, yüksek gerilim, pür dikkat olma ve bekleme hâli demektir. Beklentisel Anksiyete’ye beraberinde panik, şaşkınlık, çaresizlik gibi birçok farklı duygu da eşlik edebilir.
Hem danışanlar için hem de klinisyenler için önemli olan bir noktayı özellikle belirtmek isterim. Biz, olguları anlamaya çalışırken onları mümkün olduğunca detaylandırmaya ve parçalarına bölmeye çalışırız. Ancak olgulara müdahale ederken, bütüncül hareket etmemiz gerekmektedir.
Bu nedenle, az önce Panik Bozukluk’un daha bilişsel kısmı olarak bahsettiğimiz Aşırı Bedensel Dikkat’i ve daha duygusal kısmı olarak bahsettiğimiz Beklentisel Anksiyete’yi, bir bütünün bizim tarafımızdan adlandırılan parçaları olarak görmeli, fakat müdahalemizi bütüncül tutmalıyız.
Kişisel sorunları, hayat akışı, hayat meseleleri sebebiyle zorlu zamanlardan geçmiş, belki zorlu zamanlardan geçtiğini fark edemeyecek kadar yorgun bir insanın yaşadıklarının sonucu olarak Panik Bozukluk için atılması gereken tüm adımları attığımızda, kaçınılmaz olarak Beklentisel Anksiyete’yi de Aşırı Bedensel Dikkat’i de azaltmış olacağız. Psikolojik yardım yollarının birbirinden kopuk olamayacağını ve olgunun tam ve bütün olarak görülmesi gerektiğini yine önemle belirtmek isterim.
Dikkatini bir konuya odaklamış, o konunun neredeyse ölümcül olduğuna inanan, fiziksel ve ruhsal olarak sürekli tetikte olan bir insan düşünün. Zihni, hayatın akışı, diğer meşgaleleri, ilişkileri, hobileri ile meşgul olamayacak kadar kısılmış ve tetikte. Muhtemelen de uzun süredir bu durumda ve pür dikkat, aynı şeye odaklı. Bununla birlikte oldukça yorgun, gergin ve belki de umutsuz hissediyor. Bu durumda bir kişiye bedenine aşırı odaklanmamasını ve düşünce şeklini değiştirmeyi önerebilir miyiz? Neden olmasın?
Klinisyenler olarak bu ilk adımda, danışanlarımıza bir psikoeğitim desteği verebiliriz. Psikoeğitim, danışanın ne yaşadığının, duygusal-bilişsel-fiziksel tüm muhtemel boyutlarının anlatılması demektir. Yaşanan sorunun adını, ne gibi düşünme kalıpları içerdiğini, duygusal olarak getirdiklerini, yine muhtemel bir panik-endişe anında atılabilecek ve gerçekten işe yarayabilecek küçük adımları anlatabiliriz. Danışanlar, yaşadıkları soruna bir ad verildiğinde ve ellerine “bu sorun tekrar ettiği durumda yapılabilecekler listesi” verildiğinde kısmi olarak rahatlayacaklardır.
Burada yine durarak hatırlatmak isterim ki, atılması gereken ilk adım psikiyatrik müdahale adımıdır. Psikiyatrik muayene ve gereken farmakolojik önerilerden sonra, psikoeğitim ikinci adımı oluşturacaktır. Bu ilk iki adım oldukça önemlidir; kişinin acısını azaltır. Ancak gerçek anlamda sorunu anlamak ve müdahale etmek için üçüncü adımı da atmak gerekir: Bu koşullara nasıl geldiğimizi anlamak adıma psikoterapi yardımı almak. Buna birazdan değineceğiz.
Beklentisel Anksiyete’yi, psikiyatrik müdahaleden sonra, psikoeğitim yoluyla azaltabileceğimizi söylemiştik. Kişinin kendisini muhtemel bir panik anında (atak veya atağımsı şey) sakinleştirmesi, zihnindeki korkulu senaryolar yerine psikoeğitim içinde kendisine verilen bilgileri düşünmesi, kendisini daha fazla paniklendirmeden, sakinleşebileceği adımları atması önemlidir. Ancak yeterli olmayacağını da üzülerek söyleyebilirim.
Bunu nöropsikolojik bir modelle açıklamak daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. Bir kimyasal fırtına halinden bahsediyoruz; vücudumuzda hormonlar, nörotransmitterler, yaşadığımız uzun süreli gerginlik sebebiyle alt üst olmuş. Merkezi sinir sisteminin duygulardan sorumlu kısmı Limbic Cortex genel olarak fazla aktif. Yine çok genel olarak, bilinçli müdahalelerin ve planlamaların yapıldığı, sebep sonuç ilişkisinin kurulduğu Frontal Cortex ise Limbic Cortex’ten gelen yoğun sinirsel uyarılara karşı daha güçsüz. Psikiyatrik yardımı almaya ve bu dengesizliği düzeltmeye başladık diyelim, şahane. Doktorumuzun tavsiye ettiği şekilde tedavimizi sürdürüyoruz. Psikoeğitim yoluyla da terapistimiz, aslında ne yaşamakta olduğumuzu, yanlış beklentilerimizi, felaket senaryolarını, kendimizi biraz daha nasıl sakinleştirebileceğimizi bize gösterdi. Deniyoruz. Bu da çok güzel; yani merkezi sinir sistemimizde yaşanan bu dengesizlikte, Frontal Cortex ve Limbic Cortex arasındaki gerilimi azaltmak için bir adım daha atıyoruz. Daha mantıklı düşünmeye çalışarak, Frontal Cortex’imizi, Limbic Cortex’ten gelen yoğun nörokimyasal iletilere karşı daha da güçlendirmeye çalışıyoruz. Mantıklı bakarak duygularımızın etkisini azaltmaya çalışıyoruz. Şu ana kadar her şey yolunda gidiyor.
Bu süreçte atlanılmaması gereken en önemli kısma yaklaşıyoruz: Limbic Cortex’in bu kargaşasını, yoğun çalışmasını nasıl daha da yavaşlatabiliriz? Bu duygular merkezi, kişinin hayatı yaşama halinden, etrafındaki koşullardan, ilişkiler ağından ve diğer birçok unsurdan nasıl etkileniyor? Kişi, duygularını adlandırmak, tanımlamak, yansıtmak ve yaşamak ile ilgili ne gibi sorunlar yaşıyor?
Bir insan olarak ne gibi travmaları, kırgınlıkları, kızgınlıkları var? Hayatta kendisini hangi konularda nasıl güvende hissedemiyor? Nerede cesaretini kaybediyor, hüsrana uğruyor, yolunu kaybetmiş hissediyor da yaşadığı bu sarmal, en somut tabiriyle merkezi sinir siteminde, hatta Limbic Cortex’te bir yoğunlaşmaya neden oluyor?
Beklentisel Anksiyete’yi azaltmak ve yönetilebilir bir hale getirmek için, ilk farmakolojik müdahaleden ve psikoeğitimden daha fazlasına ihtiyaç vardır. Beklentisel veya değil, anksiyete (endişe) bir duygudur. Diğer tüm duygular gibi kişiye niyetini sormaz. Hissedilmesi veya hissedilmemesi insanın kararı, seçimi veya iradesi dahilinde değildir. Duygular, içsel verilerimizdir. İstemsizdir. Üstlerinde direk bir kontrolümüz yoktur.
Ancak diğer tüm duygular gibi, anksiyeteyi yani endişeyi de anlamak, konuşmak, alttan alta gittiği yerleri bulmak, sakinleştirmek, netleştirmek, yaşanılabilecek makul seviyeye indirmek mümkündür; tek bir yöntemle. Acele etmeden, kişiye insan olduğunu hatırlatarak, insan olmanın en temel ve en normal haklarını yaşaması için alan vererek. Bir hayatı, başlangıç noktası, hikâyesi, bunların hepsinin üstüne yeni olasılıkları, yaşamayı seçebileceği yeni yollar olduğunu konuşarak. Bu uzun ve çok kişisel süreçte, hayatı yaşama şeklimizin nörokimyamızı nasıl değiştirdiğini göreceğiz. İnsana bir bütün olarak bakarak, parçalarını değil kendisini iyi kılmanın yollarını konuşacağız.
Beklentisel Anksiyete, ancak bu koşullar altında söner ve yönetilebilir hale gelir. Hem Aşırı Bedensel Aktivite’ye, hem de Beklentisel Anksiyete’ye yönelik verilebilecek psikoeğitimin içeriği ile ilgili de şunu eklemek isterim: Lütfen internet üzerinden bulduğumuz verilere çok fazla güvenmeyelim. Psikoeğitim süreci de, psikoterapi gibi kişisel bir süreçtir. Genelleme yapılabilse de, kişi ile konuşarak, onun yaşadıklarını tam olarak anlayarak bir ilk müdahale planı çıkarmak gerekecektir. Her ilk müdahale, herkese uygun olmayabilir. Genellemelerden ve özellikle doğruluğu kesin olmayan paylaşımlardan bu sebeple kaçınılmalıdır.
Panik Bozukluk, yaşaması oldukça yorucu, sancılı bir durumdur. Tek başına müdahale etmek mümkün değildir. Bir ekip halinde çalışan uzmanların kişiye yardımcı olması gereklidir. Kişisel gelişim kitaplarının önerdiğinden çok daha fazlası gerekecektir. Lütfen yardım almaktan çekinmeyelim.
3. Panik bozukluğu kişi tek başına önleyebilir mi?
Tam da az önce belirttiğim gibi, çok çok zor. Burada günlük akış içinde yükselen ve alçalan duygulardan bahsetmiyoruz. İnsan, tabiatı gereği zaman zaman endişeli hissedecektir. Endişeli hissetmek bir psikolojik sorun değildir. Zaman zaman endişeli hissetmek, sağlıklı olduğumuzun göstergesidir. Ancak Panik Bozukluk, bir insanın ortalama olarak yaşadığından ve tek başına kaldırabileceğinden çok daha yüksek miktarda endişenin-kaygının, bir konu üzerine neredeyse saplanıp kalmış-taşlaşmış beklentilerin yaşandığı bir psikolojik rahatsızlık halidir. Sadece halet-i ruhiyemizin değil, kanımızdaki, beyin omurilik sıvımızdaki, synapse boşluklarımızdaki kimyasalların değiştiği bir durumdur. Kişinin acısı, muhtemelen ona tek başına müdahale edebilecek boyutta olmayacaktır. Öyle ki aile bireyleri dahi kişiye yardım etmekte zorlanacaklardır.
Uzman bir psikiyatristin, bir bireysel psikoterapistin ve hatta gerekirse, bir aile terapistinin müdahale planı içinde yer alması gereklidir.
Ruh sağlığımız, fiziksel sağlığımızın hem sonucu hem de belirleyicisidir. Her ne koşulda olursa olsun, sağlığımız uzmanların desteğiyle değerlendirilmelidir.